Blair, o gün erkenden kalkmış ve eşyalarını hazırlamıştı. Yılın en sevdiği günü bugündü. Ailesinden kurtuluyor ve Hogwarts'a, yalnızlığına dönüyordu. Artık kendini bir şey sana bir üvey kardeş, disiplin düşkünü baba ve ukala bir anne olmayacaktı. O an hiç olmadığı kadar mutluydu.
Aşağıya indi. Mutfağın kapısında durup içeri baktı. Bir an eskiye gitti. Kahverengi ahşap dolaplar, krem rengi duvarlar, annesinin dışarı çıkacağı zaman Blair'a not bırakmak için kullandığı yazı tahtası, kocaman ahşap bir masa.. Artık onların hiç biri yoktu. Üvey annesi onları istemediğini söylemiş, hepsini bodruma taşıtmış ve eve yeni eşyalar aldırtmıştı. Daha sonra Blair sinir krizi geçirmiş ve evdeki her şeyi darmadağın etmişti.
Babasının ona seslenmesiyle anılardan ayrıldı. Mutfağı son bir kez inceledi ve masaya oturdu. " Ee tatlım, Nasılsın? Eminim gideceğin için üzgünsündür. " dedi ve elini Blair'n elinin üstüne koydu. Blair gırtlağına kadar gelen alaycı kahkahayı bastırma gereği duymamıştı.
Babası ve üvey annesi ona şaşkınlıkla bakıyordu. " Şaka mı yapıyorsun? Tabiki de çok mutluyum. " dedi ve " Sizinle olmaktan mutlu olduğumu falan mı sanıyorsun! Ah yapma. Size dayanamıyorum bile. 18 yaşıma girene kadar sizinleyim. Ondan sonra bir daha beni görmeyeceksiniz! " diye ekledi ve elini babasının elinin altından çekip masadan kalktı. Son bir kez onlara baktı ve mutfaktan çıktı. Ahşap merdivenleri tırmanarak odasına çıktı. Valizini aldı ve kendini evden dışarı attı.
Hemen bir taksi çağırdı ve tren garın doğru yola çıktı. Kompartımana vardığında eşyalarını alıp oturacağı yeri bulmaya çalıştı. Boş bir yerler arıyordu. Yalnız kalmak istiyordu. Bir sürü gevezenin olduğu bir yere oturmak değil. Bir süre bakındıktan sonra boş bir yer buldu ve oturdu. Yol boyunca dışarıyı izledi.